top of page

 "Karikatürlerim eğer suçluysa, bunları yapmakta kullandığım fırçalarım, kalemlerim, boyalarım, kağıtlarım da suç aletleridir... Çok şükür beynime ve suç aletlerime sahibim ve yeni karikatürler yapmaya devam ediyorum...

               (Savunma,07.10.2002) Aşkın Ayrancıoğlu

BİR DAVA BÖYLE GEÇTİ...

 

         Karikatürist arkadaşlarımız Seyit Saatçi ve Aşkın Ayrancıoğlu’nun 5-9 Haziran 2001 tarihleri arasında Boyabat Halk Kütüphanesi’nde 30’ar karikatürle açtıkları karikatür sergisi 7 Haziran Perşembe günü Cumhuriyet savcısı ve polislerce basılmış ve Ayrancıoğlu’nun 5, Saatçi’nin 2 karikatürüne el konulmuştu. Sanatçılardan Aşkın Ayrancıoğlu ifadesi alınmak üzere karakola çağrılıyor ve böylece “yakalanmış” oluyordu. Seyit Saatçi o sırada Sinop merkezde olduğu için henüz yakalanamamıştı. Cumhuriyet savcısının şifai emirleriyle ev araması da yapan polis, Aşkın Ayrancıoğlu’nun binlerce kitap, dergi, kaset, cd vs. içeren evini “örgüt evi” ele geçirmiş gibi coşku ve hararetle arayarak pek çok dergi, gazete, kitap ve kişisel arşive, Che belgesel video kasetine ve bir de Deniz Gezmiş fotoğrafına “sakıncalı” olduğu gerekçesiyle el koymuştu. Bu ev araması sürerken Sinop’tan gelen Saatçi de içeri girmiş ve gözleri gülümseyen polislerden biri hemen telsize sarılıp; “diğer sanık Seyit Saatçi de kendi ayaklarıyla geldi” diyerek amirini bilgilendirmişti. O akşam, Ayrancıoğlu’nun 23 günlük oğlu Dağlar Umut da polisle tanışmış oluyor ve bu tanışmadan hoşnut olmadığı için sürekli ağlıyordu. Seyit Saatçi’nin evinde yapı-lan aramada ise “sakıncalı” olan tek şey polislerin evdeki varlığı oluyordu. Çünkü Saatçi’nin annesi daha önce geçirdiği beyin felci nedeniyle çok hassas bir konumda yaşamını sürdürürken bu baskın ikinci bir darbe oluyordu.

 

        Gözaltı gecesi sanatçıların sakin tavırları polisleri şaşırtıyordu. Ba-zı polisler nazik tavırların korurken, bazılarının ise sanki “yasadışı örgüt üyeleri”ni yakalamışlar gibi ağızlarının suyu akarak yaptıkları espriler duyuluyordu ara ara. Gece boyunca birçok kişi ve kurum temsilcisi, sanatçıların geceyi evlerinde geçirmeleri için tüm sorumluluğu üzerlerine alabileceklerini belirtmişlerse de; yetkililerden “durum bildiğiniz gibi değil,” yanıtını almışlardır. Bu arada Sinop’tan gelen “terörle mücadele ekibi” de sanatçıları ayrı ayrı sorgulamışlardır. Bu sorgulamalarda sanatçılarla ekip arasında sert tartışmalar yaşanır. Bu tartışmalar bile; Ayrancıoğlu’nun yargılanan bir karikatüründe dile getirdiği polis-karikatürist çatışmasını  somutlar niteliktedir...  Ayrancıoğlu’nu, hem “polisi sanatçıya karşı baskıcı biri olarak göstermişsin” diye suçlarlar, hem de aynı baskıyı sorgulamada sanatçılara uygularlar: Ayrancıoğlu’nun karikatüründeki gökkuşağının sarı-kırmızı-yeşil renklerini yanlışlıkla Saatçi’ye sorarlar. “Bu renkler, malum örgütün renkleri, yasak olduğunu bilmiyor musun!” derler. Saatçi bozuntuya vermeden gökkuşağındaki diğer renkleri de gösterir ama gören kim? Sonunda Seyit Saatçi’nin de sabrı taşar ve; “siz bu üç rengin yasak olduğunu mu söylüyorsunuz?” der. Amir olduğu davranışlarından belli olan polis -parmağını karikatürdeki gökkuşağının üzerine bastırarak- “evet, bu ülke hudutlarında malum örgütü simgeleyen bu üç rengin bir araya gelmesi yasak!” der. Bunun üzerine Saatçi’nin yanıtı mizahi olur; “öyleyse kaldırın bütün trafik lambalarını...”

 

      Tüm sorgu boyunca sanatçılara fiziksel şiddet uygulamamak için (amirinin dizginlemesiyle) kendini zor tutan sarı benizli, karadeniz şiveli polis sürekli provokatif sorularla araya girer. “Niye Atatürk resmi çizmiyorsun?”, “Teröristleri neden eleştirmiyorsun?” vs. Ayrancıoğlu’nun bu türden sorulara yanıtı; “karikatürist ben olduğum için ne çizeceğime ben karar veririm,” olur. Bu yanıta daha da köpüren adam aynı türden sözlerini sürdürürken Ayrancıoğlu; “öyleyse bir liste yapın ona göre çizelim,” der...

 

    Rutin işlemlerden sonra sanatçılar parmaklıklar arkasına ka-patılırlar.  Gözaltı haberini alır almaz akşam karanlığında 5 km’lik yolu yürüyerek köyden ilçedeki karakola gelen 74 yaşında bir kadın nöbetçi polislerden güç bela izin alır sanatçılarla görüşmek için. Bu kadın, Ayrancıoğlu’nun anneannesi Kezban ninedir. Ayrancıoğlu ve Saatçi gülerek karşılarlar onu... O ise dayanamaz ağlar. Parmaklıklara rağmen birbirlerine sarılırlar. Görevini fazlasıyla yapmaya kendini adamış genç bir polis oradadır ve kısa sürede görüşmenin bittiğini söyler.  Sonra da Ayrancıoğlu’nun üzerini arar. Yaşlı kadının ona gizlice bir şey verdiği izlenimine kapılmıştır... Evet kadın bir şey bırakmıştır onlara; direngenliklerini artıran birkaç damla gözyaşı... Polis bunu anlayamamıştır... Parmaklıklar arasında geçen o gece, yıllarını zindanda geçiren insanlık savaşçılarının içerde çektiği çilelerin kırıntısını yaşatmıştır karikatüristlere...

 

        Ertesi gün saat 16.00’dan sonra önce savcıya ifade veren sanatçı-lar hakim karşısına çıkarılmışlar ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmışlardır. Olayın trajikomik yanı şu cümleyle özetlenebilir; aynı zamanda “devlet memuru” olan sanatçılar, “Devletin Kaymakamı”nın izniyle “Devletin kütüphanesi”nde bir karikatür sergisi açmışlar ve şimdi “devlet” tarafından yargılanmaktadırlar... sergide el konulan karikatürler daha önce pek çok dergi, gazete ve kitapta yayımlanmış; sergilerde yer almış ama bu güne kadar sanatçılar hakkında hiçbir yasal işlem yapılmamıştır. Sanatçılar aynı sergiyi daha önce Ayancık Keten Festivali kapsamında öğretmenevinde açmışlar ve büyük ilgi görmüşlerdi. Karikatürlerdeki suç unsurları Boyabat’taki engin sanatsal ve felsefi birikime sahip kişilerce keşfedilmiş oluyordu...

 

       Gözaltından sonraki birkaç gün içinde o zamanki Sinop valisi Ay-han Nasuhbeyoğlu’nun özel gayretleriyle Aşkın Ayrancıoğlu resim öğretmenliği görevinden uzaklaştırılıyordu. Ayrancıoğlu ancak 3 ay sonra Samsun Bölge İdare Mahkemesi’nin kararıyla görevine dönebiliyordu. Ayrancıoğlu’nu jet hızıyla görevden uzaklaştıranlar, göreve dönüşü sağlayan mahkeme kararını 10 günde uygulayabiliyorlardı... Okulundaki idari soruşturma sonrasında da Ayrancıoğlu’na bundan sonra yazıp çizdiklerine dikkat etmesi konusunda bir “uyarı” cezası veriliyordu. Bu soruşturmadaki sorgulayan savunmasında Ayrancıoğlu asıl suçlunun kendisi değil, özgür düşünme ve yaratmayı engellemeye çalışanlar olduğunu belirtir ve; “çok şükür suç aletlerim olan kalem, fırça ve boyalarıma sahibim ve bu suçu işlemeye devam ediyorum,” der...

 

     Bu arada aylar geçmiş ve Tuğrul Aray imzalı bilirkişi raporuna dayanılarak sanatçılar hakkında Boyabat ağır ceza mahkemesinde “Emniyet muhafaza kuvvetlerini alenen tahkir ve tezyif etmek” suçlamasıyla 6 yıla kadar hapis istemiyle dava açılmıştır. Ayrancıoğlu hakkında ayrıca Ankara 1 nolu DGM’de de “bölücü örgütlerin propagandasını yapmak” suçlamasıyla ikinci bir dava açılır. Bu dava Ayrancıoğlu’nun ev aramasında el konulan bazı sol içerikli gazete, dergi ve kitaplardan yola çıkılarak açılmıştır. Kısa sürede bu davadan beraat eden Ayrancıoğlu, son duruşmada hakim Orhan Karadeniz’e; “sanatçı ve aydın biri olarak her türlü yayını izlemeye çalışırım. Eğer evimdeki sol içerikli yayınlar değil de, islamcı yayınlar alınsaydı belki de şimdi karşınızda ‘şeriatçı örgütlerin propagandasını yapmak’ suçlamasıyla bulunacaktım,” der. Aynı gün 1 nolu DGM’de Fethullah Gülen Hocaefendi’nin de duruşması vardır ama kendisi ABD’ye tüydüğü için ortalıkta yoktur. Ayrancıoğlu ise zorunlu olmadığı halde Boyabat’tan Ankara’ya gelir duruşmalar için.

 

       Sanatçıların ağır cezadaki davaları 20 Şubat 2002 tarihinde başlar. Bu duruşmada Saatçi ve Ayrancıoğlu Tuğrul Aray adlı bilirkişinin raporunu taraflı, ilkel olarak niteleyerek, “bu bakış açısıyla mağara resimlerinde bile suç unsuru bulunabilir,” derler ve itiraz ederek karikatürden anlayan yeni bir bilirkişi isterler. Hakim de bu isteği yerinde bulur ve yeni bilirkişi raporu istenir. Ancak aylar sonra mahkemeye gelen bir yazıyla “istenen nitelikte bir bilirkişinin bulunamadığı” bildirilir. Bu arada Semih Balcı’nın girişimleriyle sanatçılara destek olmak için “Karikatür Susmaz” adlı sergiler açılmaya başlanır. İlk sergi sanatçıların yargılandığı Boyabat’ta Eğitim-Sen salonunda açılır. Daha sonra İstanbul’da Nazım kültür evinde ve Zonguldak’ta tekrarlanan sergiye, Banu Bilgiç, Behiç Ayrancıoğlu, Bülent Han, Cemal Odabaşı, E. Yaşar Babalık, Eray Özbek, Ertan Aydın, Firuz Kutal, Hasan Seçkin, Kamil Yavuz, Murat İlhan, Mustafa Bilgin, Semih Balcı katılır. Uluslararası pek çok karikatür sitesinde de sanatçıları destekleyen haberler yapılır, kampanyalar başlatılır... Merkezi Amerika’da bulunan “Cartoonists Rights Network” adlı örgütün direktörü Robert Russel ve aynı örgütün Avrupa temsilcisi Nicolea Ionita (Romanya) tarafından dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e bir mektup yazılarak sanatçıların yanında oldukları mesajı verilir. Yine bu örgütün sitesinde sanatçıların yargılanmasını protesto eden bir bölüm açılır ve buna destek veren karikatüristlerin karikatürleri yayımlanır. Bu Karikatüristler şunlardır; Robert Wierzbicki (Polonya), Ugo Sajini (İtalya), Mihaita Porumbita (Romanya), Gheorghe Matei (Romanya), Constantin Ciosu (Romanya), Ilian Savkov (Bulgaristan), Svetlin Stefanov (Bulgaristan), Georgi Karaliev (Bulgaristan), Franco Origone (İtalya), İsmail Effat (Mısır), Vladimir Kazanevsky (Ukrayna), Michel Francois, Nik Titanik, İsmail Kar, Kamil Yavuz, Tim Leatherbarrow (ABD), Carlos Amorim (Brezilya), Nicolae Ionita (Romanya), Semih Balcı...  Mısır'da da 32 ülkeden pek çok karikatüristin katıldığı uluslararası Alexandria Karikatür Sergisi’nin afişinde -Ayrancıoğlu ve Saatçi’yle dayanışmak için- Seyit Saatçi’nin bir karikatürüne yer verilir. Mısır’da Fransız kültür merkezinde açılan bu sergiye Le Monde gazetesinin çizeri Jean Plantu da katılır. Sergi 9 Ocak-3 Şubat 2003 tarihleri arasında gerçekleşir ve sergiyi düzenleyen Mısır’lı karikatürist Tamer Youssef açılışta, yargılanan Ayrancıoğlu ve Saatçi’yle dayanışma duygularını belirtir…

 

     Ayrancıoğlu ve Saatçi önce Boyabat ağır cezada 6 yıl hapis istemiyle yargılanırken Türk Ceza Kanunu’ndaki değişiklikleri gerekçe gösteren mahkeme “görevsizlik” kararı verir ve dosyayı Boyabat Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderir. Bu mahkeme de “görevsizlik” kararı verince sanatçıların hangi mahkemede yargılanacağına Yargıtay karar verir; Boyabat Asliye Ceza... Ceza kanunundaki değişikliklerden sonra sanatçılar 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılanırlar. En azından 3 yıl kârları vardır artık... Yeni bilirkişi raporu beklenmektedir yine. Aylar geçer ve nihayet 4 Mart 2004 Perşembe günü yapılan duruşmada bilirkişi raporunun geldiği belirtilir. Hem hukuk tarihi açısından ve hem de karikatürün özgür üretimi açısından çok önemli denebilecek bu bilirkişi raporu gerçekten kayda değerdir...

 

      Rapor geldiği için iddia makamı da esas hakkındaki mütalaasını verir. Buna göre: “… yapılan yargılamaya, toplanan delillere, 26.01.2004 tarihli bilirkişi raporuna göre suça konu karikatürlerin eleştiri amacı ile ve kendi dünya görüşlerini yansıtmak amacıyla yaptıkları, devletin emniyet güçlerini tahkir ve tezyif içermediği göz önüne alınarak üzerlerine atılı suçlardan her iki sanığın da beraatlarına karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur,” denir.

 

        Bunun üzerine duruşmaya katılan Aşkın Ayrancıoğlu’ndan bir di-yeceği olup olmadığı sorulur. O da gerçek dışı suçlamalarla açılan bu dava sürecinde iki yıldır çok yıpratıldıklarını bu nedenle “tarihe bir not düşmek” için ortak bir yazılı savunma vereceklerini ve bunun için ek süre verilmesini talep eder. Cumhuriyet savcısı mahkemenin “tarihe not düşülecek” yer olmadığını söylese de Ayrancıoğlu ek süre isteğini yineler. Böylece duruşma 11 Mart 2004 Perşembe gününe bırakılır. 20 Şubat 2002’de başlayan yargı süreci nihayet son aşamaya gelir. Son duruşmada ortak bir savunmayla “tarihe bir not düşen” sanatçılar beraat ederler...

                                                                                           (İnat, Ocak 2005)

SAVUNMA...

 

          Sayın Yargıçlar,

 

    İki yılı aşkın bir süredir karikatürlerimizle “Devletin Emniyet Muhafaza  Kuvvetlerini Tahkir ve Tezyif Etmek” suçlamasıyla yargılanmaktayız. Şimdi geldiğimiz aşamada ne sevindiricidir ki eserlerimizi anlayan birileri çıkmıştır…

    Son bilirkişi raporunda, eserlerimizle “faşizmi ve faşizan uy-gulamaları” eleştirdiğimiz gerçeği tespit edilmiştir. Öyleyse bu eserlerimizi suçlamak demek, faşizmi ve faşizan uygulamaları eleştirilemez kılmak demek değil midir?

     Karikatür eleştiriyle varolur. Sanatçı duyarlılığı, her tür baskı, haksızlık ve kısıtlayıcılığın karşısına geçip insanı ve tüm güzellikleriyle insanca olan bütün değerleri savunmayı zorunlu kılar. Gözlerini, kulaklarını ve ağzını kapayanların sanatçılığından söz edilebilir mi? Sanatın ve sanatçının bir umudu özgürlükleri yaratmaktaysa, bir umudu da özgürlükte yaratmaktır. Çünkü sanat özgürlükte açar en güzel renklerini… Bu bağlamda, sanatın ve dolayısıyla bizim eserlerimizin de özgürlükleri kısıtlayanlarla çatışması kaçınılmazdır.

  Üyesi olduğumuz Karikatürcüler Derneği bile yargılanan karikatürlerimizi anlayıp savunamıyorken, son bilirkişi raporunda anlaşıldığımızı görmek sevindirici olduğu kadar önemlidir de bizim için… Anlamak bir bakış sorunudur. Kaba, yüzeysel ve tutarsız bir bakışla her sanat eserinde, her şeyde bir suç unsuru bulmak zor değildir. Ama sanatın özgünlüğünü ve özgürlüğünü göz ardı etmeden, eserdeki soyutlamaların gerçeklikle bağlantısını çarpıtmadan yorumlayarak bakmak bizi doğru değerlendirmeye götürür. Bu bakış bilimle, kültürle ve sanatla yoğrulmuş bir bilincin ince duyarlıklı bakışıdır.

       Yargılandığımız iki yıl içinde yukarıda değindiğimiz iki karşıt ba-kışın çatışmasını da yaşamış bulunuyoruz. Tuğrul Aray imzalı ilk bilirkişi raporunda müzikle ilgili bir karikatürümüzde bile, “Emniyet Muhafaza Kuvvetlerini Tahkir ve Tezyif” suçunu işlediğimiz sonucuna varıyordu… İkinci bilirkişi raporunda ise eserlerimizde atılı suç unsuruna rastlanmadığı dile getirilmektedir…

      1961’de sıkıyönetim mahkemesince 142. maddeden yargılanan Aziz Nesin, yazılarında suç unsuru bulan bilirkişi, Anayasa Hukuku Doçenti Dr. Selçuk Özçelik’in raporuna itiraz eder. Bunun üzerine seçilen yeni bilirkişi kurulu yazılarda suç unsuru olmadığını belirtir ve Nesin beraat eder. Aziz Nesin o zaman tarihe şu notu düşer; “Bu karar, bilirkişi Selçuk Özçelik’in mahkumiyetidir.”

   Biz de mahkemenin vereceği kararın, aynı zamanda bizi anlamayanların ve daha çok da suçlu olduğumuzu düşünen Tuğrul Aray adlı bilirkişinin mahkumiyeti olacağını umuyoruz.

     İnsan için ve insanın insanca yaşayacağı bir dünya umuduyla üretilen sanatın/karikatürün ve dolayısıyla yaratıcısının suçlanması ve cezalandırılması tartışmalı bir durumdur aslında. Çünkü zamanla değişkenlik gösteren kanunlarla, evrensel bir dili ve ölümsüzlüğü yakalayan sanatı cezalandırmak ne kadar doğrudur, tartışmalıdır?

      Biz bugün, 2500 yıl önceki köleliğin meşru olduğu eski Yunan kanunlarını kullanmıyoruz. Ama aynı dönemde Homeros’un yazdığı “İlyada” ve “Odessa” destanlarını bugün hala zevkle okumaktayız. Çok eskiye gitmeye gerek yok; 1940’lı yıllarda Nazilerin elinden kurtulabilen sanat eserleri bugün müzelerde yerlerini almışken, eserleri ve yaratıcılarını yok eden nazi kanunları nerededir?

         Bu ülkede, bir dönem yasaların Adnan Menderes ve arkadaşlarını astığını ama yine bu ülkede değişen yasalarla aynı kişilerin “kahraman” ilan edildiğini de gördük.

        Şair Nazım Hikmet’in 13 yılını hapislerde geçirmesine ve sürgün-de ölmesine neden olan dönemin yasaları nerede, Kültür Bakanlığı’nın girişimleriyle 2002 yılının “dünyada Nazım Hikmet yılı” ilan edilmesi nerededir…? Nazım Hikmet’in şiirleri mi değişmiştir yoksa yasalar mı?

     Aslında karikatürlerimizin suçlanmasında bir traji-komik yan da vardır. Biz son bilirkişi raporunda da nitelendirildiği gibi “faşizmi ve faşizan uygulamaları” eleştirmiş bulunuyoruz. Biz eserlerimizi evrensel bir dille yarattığımız için eleştirilerimiz her ülkede görülebilecek faşizmi ve faşizan uygulamaları hedef almaktadır. Buna rağmen, Türk polisi ve askerini simgeleyen hiçbir simge vb. işaret kullanmadığımız halde “Türk Emniyet Güçlerini Tahkir ve Tezyif Etmek”le suçlandık. Bu, işin trajik yanıdır. Komik yanı ise daha da trajiktir…:

       Türk mahkemelerinde, Türk yargıçlarının verdikleri karar tutanak-ları incelense, tecavüzden, işkenceden, cinayetten, kaçakçılıktan, hırsızlıktan, yolsuzluktan vs. pek çok suçtan ceza almış polis ya da askerin adına rastlarız. Bu bir olasılık değil basına da sık sık yansıdığı gibi gerçekliktir. Susurluk kazasıyla ortaya çıkan ilişkiler ağı ve ardından sonuçlanan Susurluk davasıyla da, bazı üst düzey emniyet görevlilerinin “katliam sanıklarıyla, uyuşturucu kaçakçılarıyla işbirliği yaptıkları” kanıtlanmıştır. Bu ilişkiler mahkeme kararlarında açıkça belirtilmiş ve sanıklar çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. Bunlar bir kenarda dururken, bizim karikatürlerimizle işkencecileri, darbecileri eleştirmemiz suç olarak nitelendirilmektedir. Eğer bir işkenceci polisi eleştirmemiz suçsa, o zaman bir yargıcın işkenceci bir polisi mahkum etmesi de suç olmaz mı? Olmadığına göre demek ki insanlık dışı davranışta bulunan kim olursa olsun yargılanıp cezalandırılabilir… Öyleyse “yargılanıp cezalandırılabilir” olanlar neden “eleştirilemez” olsun?  Burada hukukun ve sanatın buluştuğu yere gelmekteyiz. Bu sevindiricidir. Hukuk da, sanat da son tahlilde insan yaşamını güzelleştirmek için vardır çünkü.

     Bizim pek çok  karikatürümüz yurtdışında müzelere, kitaplara alınmıştır. Bu müze ve kitaplardaki karikatürlerimizin yanında adlarımızla birlikte bir de “Türkiye” yazmaktadır. Uluslar arası yarışmalarda kazandığımız pek çok ödülümüzün içinde “dünya birincilikleri” de vardır. Ödüllerimizin üzerinde de “Türkiye” yazmaktadır.

       Türk milli futbol takımı “dünya üçüncüsü” oldu diye yer yerinden oynarken, şatafatlı törenler düzenlenirken, futbolculara “Üstün Hizmet Madalyası” ve “açık çek” verilirken bizim istediğimiz ne madalya ne de çektir… Onları halklarımızı uyutanlar istesin… Bizim isteğimiz yalnızca özgürce yazıp çizebilmektir.

        Karikatürist Ratip Tahir Burak bir karikatüründen dolayı aldığı 16 aylık hapis cezasını çekmekteyken, açılan başka bir davanın savunmasında tarihe şu notu düşer: “Ben de son nefesimi Paşakapısı’nın taş duvarları arasında verebilirim fakat binlerce, on binlerce Ratip Tahir yine bu millet uğruna, zalimlerle, hainlerle, şerirlerle savaşmakta devam edecek ve bir gün muzaffer olacaklardır.” Ratip Tahir’in 50 yıl önceki özleminin hala gerçekleşmemiş olması ne kadar acıdır…

       Noam Chomsky, Amerika’lı muhalif bir yazardır. Dünyada da po-püler bir isimdir. Aram yayınları tarafından 2002’de üçüncü baskısı yapılan “Amerikan Müdahaleciliği” adlı kitabında Chomsky; “Türkiye’nin güneydoğuda on binlerce insanı öldürdüğünü, 3500 civarında köyü yaktığını ve etnik temizlik gerçekleştirdiğini” yazmaktadır. Bu kitabından dolayı Türk mahkemelerinde yargılanan ve Türkiye’ye gelip duruşmaya da katılan Chomsky sonunda “beraat” etmiştir. Eserlerinde aynı sözleri söyleyip de ceza alan “yerli” yazar-çizerleri bildiğimizden, şunu düşünmeden edemiyoruz; acaba Emperyalist ABD’nin etkisindeki bu ülkede “eleştirmek” için de ABD’li mi olmak gerekiyor…?

                                                 

         Biz bu ülkenin çocuklarıyız ve rengimizi bu topraklardan alıyoruz. Dünyadaki sonsuzca rengin arasında biz de bir rengiz ve bu rengimizi asla soldurmayacağız… Bu da bizim tarihe düştüğümüz bir nottur… Biz eserlerimizde suç işlemedik ve bu rengimizle beraatimizi talep ediyoruz…

 

                                                                                     11.03.2004

Sanıklar: AŞKIN AYRANCIOĞLU - SEYİT SAATÇİ

 

 

 

 

 

 

 

 

bottom of page